40,9706$% 0,51
47,6960€% 0,56
55,3860£% 0,59
4.374,20%-0,26
3.323,10%-0,07
11.023,81%0,56
06 Ağustos 2025 Çarşamba
Bir ülkenin çöküşü yolsuzlukla başlamaz.
Olan bitene alışmakla başlar.
Vicdanın sustuğu yerde, sistemin ne kadar “hukuk devleti” olduğunun pek bir anlamı kalmaz.
Son günlerde ortaya çıkan sahte diplomalar, sahte ehliyetler, sahte belgeler…
Bu haberler artık “birkaç münferit olay” olmanın çok ötesinde.
Bu, bir çürümenin, hatta kurumsallaşmış bir çarpıklığın sessiz fotoğrafı.
Bugün sahte diplomayla öğretmenlik yapan, doktorluk, psikologluk yapan insanlar aramızda dolaşıyor.
Sahte ehliyetlerle trafikte olan insanlar, belki de bizim yanımızdan geçip gidiyor.
Ve bu kişiler sadece kendi bireysel suçlarını işlemiyorlar — bütün bir sisteme olan güveni çökertiyorlar.
Bir diplomanın bedeli artık dirsek çürütmek değil bu ülkede.
Bir ehliyetin karşılığı yazılı ve pratik olarak alınan eğitim, sayısız sınav değil.
Biraz bağlantı, biraz para, biraz da sessizlik yeterli oluyor.
Peki biz bu düzeni gençliğe nasıl anlatacağız?
Çocuklarımıza nasıl anlatacağız çok çalışmanın, çok istemenin, dürüstçe ilerlemenin hala bir anlamı olduğunu?
Onlara nasıl diyeceğiz ki, “bu bir hukuk devleti”?
Hukukun, emeğin, adaletin anlamını yitirdiği bir yerde, hangi inançla hayal kuracak bu gençlik?
Güven kaybı, sadece bir belge meselesi değildir.
Güven kaybı; eğitim sistemine, sağlık sistemine, kamuya, özel sektöre ve en tehlikelisi birbirimize duyduğumuz inancın da yitmesidir.
Ve bu kayıp, rakamlarla ölçülemez.
Bu kayıp, gelecek kuşakların bizlere güvenmemesiyle, ülkesine küsmeleriyle, başka yollara yönelmeleriyle görünür olur.
Daha da acı olan şu:
Tüm bu olup bitenlere artık kimse şaşırmıyor.
Toplum, olanı biteni izliyor ama tepki vermiyor.
Alıştık, sindik, içselleştirdik.
Oysa bir ülkede hak edenin değil, torpilli olanın yükseldiği bir düzen devam edemez.
Eğer bu düzensizliğe ses çıkarmazsak, yarın sadece belgeler değil, tüm gerçeklik sahteleşmiş olur.
Şimdi kendimize bir soru sormanın zamanı:
Sahte olan sadece belge mi?
Yoksa biz de mi gerçek olmayı unuttuk?
Yanan Ormanlar Değil, Vicdanımız!
Bir video dolaşıyor sosyal medyada…
Kadın bir itfaiye eri, yangından çıkmış, yüzü is içinde…
Sonra aynaya dönüyor, başlıyor makyaj yapmaya, yüzündeki isleri siliyor ve yeni yangın ihbarına gitmek için hazırlanmaya…
Yangına yeniden dönecek. Bu defa hem daha hazır, hem daha kendi gibi.
Görüntü kısa sürede viral oldu. Kimi alkışladı:
“Kadın her yerde güçlü.”
Kimi küçümsedi:
“Mahalle yanarken… ile başlayan cümleler, yangın varken makyajın sırası mı? Yorumlarını yapanlar konu uzayıp gitti.”
Fakat asıl meseleden ne kadar uzaklaştığımızın farkında bile değiliz.
Mesele ne yangın, ne kahramanlık, ne estetik…
Asıl mesele:
Toplumun gerçek yangına ne kadar duyarsız olduğu.
Bir yanda alevlerin içinde mücadele eden insanlar, diğer yanda yangın manzarasının fonuna müzik koyup video çekenler…
Şarkılar eşliğinde acıya dans ettirenler…
Gözyaşlarını kameraya bırakıp, parmaklarını “paylaş” butonuna uzatanlar…
Bu bir farkındalık değil artık, bu bir duyarsızlık tablosu.
Acıya değil, sahneye bakıyoruz.
Yangına değil, kadraja odaklanıyoruz.
Ormanlar yanarken biz filtre seçiyoruz.
Hayvanlar can verirken biz etiket arıyoruz.
Ve her şey bittiğinde, geriye bir tek şey kalıyor:
Küller içinde vicdanımız.
Yangın haberlerini artık sıradan bir gündem maddesi gibi tüketiyoruz.
Ekranda alevleri gördüğümüzde içimiz belki bir an sızlıyor ama sonra…
Parmağımız bir sonraki videoya kayıyor.
Belki makyajlı itfaiyeciye yorum yazıyoruz.
“Ne güçlü kadın!” ya da “Reklam kokuyor bu işler” deyip geçiyoruz.
Ama şunu unutuyoruz:
Yangınlar sadece ormanı değil, hafızamızı da kül ediyor.
Her yangın, biraz daha alıştığımız bir felakete dönüşüyor.
Ve bu alışkanlık, duyarsızlığın en sessiz hali.
Sosyal medyada birileri şarkı söylüyor yangın manzarasında…
Dronelar alevleri “sinematik” açıdan çekiyor.
Storylerde yangının üstüne titreşim efekti koyuluyor.
Sanki bu bir gerçek değil de bir dizi jeneriği…
Bu neyin gösterisi?
Kimin acısı, kimin sahnesi?
Yangını görünce kameraya dönen değil, hortuma uzanan el olmalıyız.
Ya da hiçbir şey yapamıyorsak, en azından gölge etmemeliyiz.
Çünkü gerçek felaketin ortasında, “görünmek” çabası kadar yıpratıcı bir şey yok.
İlla konuşmak zorunda değiliz.
Bazen bir bağış, bazen bir gönüllülük başvurusu, bazen sadece bir dua…
Bazen de en etkili yardım: göstermek yerine gizlice destek olmaktır.
Paylaşmak istiyorsak da estetikle değil, etikle paylaşmalıyız.
Yangınlar karşısında gerçekten yararlı olmak için:
Sosyal medyada “şov” değil “bilgi” yayalım.
Kamerayı değil, kalbimizi açalım.
Bağış yapalım.
Gönüllü olalım.
Unutmayalım: yangın söndüğünde orman sessiz olur; o sessizlik bizim sorumluluğumuzda yankılanır.
Belki ormana koşamayız.
Ama koşanların yolunu açabiliriz.
Onları görünür kılmak yerine, yanlarında durabiliriz.
Ve en önemlisi:
Bir dahaki yangın haberinde “Ne paylaşsam?” değil,
“Ne yapabilirim?” diye sorarak başlayabiliriz.
Çünkü artık sadece ağaçlar yanmıyor…
İçimizdeki vicdan da duman duman tüterken
birilerinin durup “Yeter artık!” demesi gerekiyor.
Gülden Dal Demirer
25 Mayıs 2015. Dışarıdan bakan biri için sıradan bir tarih olabilir. Ama benim için, bizim için, kalpten inanarak çıktığımız bir yolculuğun ilk günüydü. O gün, yalnızca bir haber sitesi kurmadık. O gün, Kocaeli’ye duyduğumuz sevgiyi, bu kente olan sorumluluğumuzu, mesleğimize olan inancımızı bir araya getirdik. O gün Kocaeli Bilsin doğdu.
Kolay olmadı. Hiçbir şey kolay olmadı. Bir haber sitesi kurmak, teknik anlamda evet, belki çok da zor değil bugünlerde. Ama mesele, sadece bir site kurmak değildi. Bizim meselemiz; doğruya sırtını dayayan, halktan yana taraf olan, omurgası sağlam bir yayıncılık anlayışını hayata geçirmekti. Ve en önemlisi: Kocaeli’ye kendisini anlatabileceği, duyabileceği, gerçekten hissedebileceği bir mecra sunmaktı.
Çünkü uzun zamandır bu şehirde bir eksiklik vardı. Sesini duyuramayan insanlar, görmezden gelinen hikâyeler, üstü örtülen gerçekler, haber gibi görünen ama aslında habercilikle ilgisi olmayan başlıklar… Biz bu düzeni kabullenemedik. Kocaeli gibi bir kente, basit bir yerel haber ajansı gibi davranmak bize göre değildi. Çünkü Kocaeli sıradan bir şehir değil. Emekçilerin, girişimcilerin, öğrencilerin, anaların, gençlerin, göçmenlerin… yani her renkten, her dilden insanın birlikte yaşadığı, her gün ayrı bir hikâyeyi içinde taşıyan güçlü bir şehir.
İşte bu yüzden dedik ki: “Kocaeli bilsin.” Ne olup bittiğini, perde arkasını, doğrusunu, yanlışı, gerçeği… Ve sadece okuyarak değil, hissederek, düşünerek, sorgulayarak bilsin.
Bugün, aradan geçen yılların ardından yeni bir yayın dönemine daha başlıyoruz. Ama bu sadece bir yenilenme değil, aynı zamanda büyüyen bir sorumluluğun, güçlenen bir iddianın ve daha yüksek sesle söylenen bir sözün başlangıcı.
Kocaeli Bilsin artık yalnızca haber sunan bir platform değil. Biz bu şehirde bir haber kültürü inşa ediyoruz. Genç gazetecilere alan açıyor, kadınların sesine kulak veriyor, sokakta duyulan fısıltıyı manşete taşıyoruz. Kimseye yanaşmadan, hiçbir güce göz kırpmadan, sadece halkın yanında durarak… Çünkü biliyoruz ki; bağımsız olmayan basın, halkın değil, gücün sesi olur. Biz gücün değil, halkın sesi olmayı seçtik.
Bu yolda yalnız değildim. Bana güvenen, inanan, gece gündüz demeden çalışan yol arkadaşlarıma, bana bu sorumluluğu hatırlatan okurlarıma ve en başından beri bizden desteğini esirgemeyen Kocaeli halkına yürekten teşekkür ediyorum.
Ve şimdi, daha yüksek sesle söylemek istiyorum:
Kocaeli, artık sadece duymayacak. Daha çok bilecek. Daha doğru bilecek. Daha derin bilecek. Çünkü artık Kocaeli Bilsin var.
Yolumuz uzun, sözümüz net, kalemimiz özgür.
Sevgiyle,
Gülden Dal Demirel
Gülden Dal Demirer – Genel Yayın Yönetmeni, Kocaeli Bilsin
Bir kente ses olmak, bir topluma ayna tutmak… Kolay değil. Hele ki bu kent Kocaeli gibi içinde tarihi, sanayiyi, emeği, umudu, gençliği, bazen de yorgunluğu barındırıyorsa.
Bugün sizlerle yeni bir yolculuğa başlıyoruz. “Kocaeli Bilsin”, yalnızca bir haber sitesi değil. Bu şehirde olan biteni anlatan, perde arkasına bakan, sokakların sesini, iş dünyasının nabzını, gençlerin enerjisini, kadınların dirayetini ve kentin gerçek gündemini yansıtmayı hedefleyen dijital bir mecra.
Ben, Gülden Dal Demirer, uzun yıllardır bu şehirde pek çok kurum ve markanın iletişim süreçlerine tanıklık etmiş, büyüyen, gelişen ve dönüşen Kocaeli’nin kalbinde yer almış biri olarak, bugün bu mecranın Genel Yayın Yönetmeni olarak ilk yazımı kaleme almanın heyecanını yaşıyorum.
Evet, belki beni bu satırlardan tanıyacaksınız ama birçok kişi için ismim; bir markanın arkasında, bir kriz masasının başında, bir iletişim kampanyasının mutfağında tanıdık. Şimdi tüm o birikimi, gören gözlerle, duyan kulaklarla ve sorgulayan bir yürekle “Kocaeli Bilsin”de buluşturma zamanı.
Bu şehir sadece bacalarla, fabrikalarla, limanlarla anılmasın artık. Çünkü Kocaeli, aynı zamanda bir gençlik şehridir. Üniversiteleriyle, spor kulüpleriyle, sahilleriyle, dağlarıyla ve en önemlisi insanı ile bambaşka hikâyeler barındırır.
Ve biz bu hikâyelerin izini süreceğiz. Kentin merkezinden en ücra mahallesine kadar sesleri toplayacak, “görülmeyen”i gösterecek, “duyulmayan”ı duyuracağız.
İsmimiz iddialı olabilir, ama niyetimiz samimi: Bu şehir bilsin.
Ne oluyor? Neden oluyor? Kim anlatıyor? Kim gizliyor? Biz hem soru soracağız hem de cevap arayacağız.
Gazetecilik bizim için sadece haber vermek değil, sorumluluk almak, yön göstermek ve yol açmak anlamına geliyor. Özellikle yerel basının değerinin hızla unutulduğu bir dönemde, biz doğru, güvenilir ve halktan yana habercilikle dijital mecrada yerimizi alacağız.
Kocaeli’nin potansiyelini bilen biri olarak söylüyorum: Bu şehir daha iyisini hak ediyor.
Daha temiz parklar, daha güvenli yollar, daha şeffaf yönetimler, daha fazla kültür, daha çok sanat ve daha güçlü bir medya…
Kocaeli Bilsin, tam da bu ihtiyaçla doğdu. Kalemimiz, ekranımız, mikrofonumuz artık bu şehir için var.
Birlikte öğrenecek, birlikte büyüyeceğiz.
Çünkü biz inanıyoruz: Kocaeli bilirse, Türkiye duyar.